Kara Eylül

12 Eylül 1980… Cuma… Şafak vakti saat 04:00… Türkiye sekiz şiddetinde bir sarsıntıyla yatağından fırlıyor ve gökkubbe çökünce de yıkılan enkazın altında kalıyordu.

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren başkanlığında; Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan Millî Güvenlik Konseyi yönetime el koydu.

Hükümet ve parlamento feshedildi. Siyasal partilerin faaliyetleri durduruldu. Parlamenterlerin dokunulmazlıkları kaldırıldı. Saat 05.00′ dan itibaren sokağa çıkma yasağı başladı.

DİSK ve MİSK’e bağlı bütün sendikalar faaliyetten men edildi. Tüm dernekler kapatıldı. Yurtdışına çıkış yasaklandı.

Sabaha karşı Genelkurmay Başkanı Evren, radyo ve televizyonlardan halka hitaben yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi:

‘Yüce Türk Milleti… Türkiye Cumhuriyeti devleti, son yıllarda izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik ciddi ve fiziki haince saldırılar içindedir. Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat ve suskunluğa bürünmüş, siyasî partiler, kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır…

Kısaca devlet, güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür. Aziz Türk Milleti; işte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına, emir ve komuta zinciri içinde, emirle yerine getirme kararı almış, ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur… Vatandaşların, sükûnet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenlerini beklerim.’

Paşa bunları söylerken, bir realite gün yüzüne çıkıyordu. Generaller ellerinde yetki olduğu halde işi ağırdan almışlar ve ihtilâl ortamının doğması için çatışmalara müdahale etmemişlerdi. Sıkıyönetim var olduğu 1978 yılından beri demek ki asker görev yapmamıştı.

9 Eylül Salı günü Adana’da meydana gelen olaylarda 6 kişi, Eskişehir, Gaziantep ve Bursa’da birer, Ankara, Malatya ve İstanbul’da ikişer kişi olmak üzere toplam 15 kişi hayata veda ederken, 10 Eylül Çarşamba günü ülkemizde Siirt, Eskişehir, Ankara, Ordu, Trabzon, Gaziantep, Malatya, Zonguldak, Tekirdağ ve Urfa’da meydana gelen olaylarda toplam 27 kişi hayatını kaybediyor ve 12 Eylül 1980 Cuma günü olaylar bir anda kesilerek tek bir ölüm vakası bile meydana gelmiyordu.

Şiddet olayları 12 Eylül askerî müdahalesiyle birlikte bir gün içerisinde hissedilebilir bir biçimde azaldı ve kısa bir süre sonra tamamen durdu. Halbuki sadece 1980 yılının ilk ayı içinde hayatını kaybedenlerin sayısı 2000’i aşmıştı.

Oysa generaller vazifeye çok daha önce çağırılmıştı. 26 Aralık 1978 de Bakanlar Kurulu, sabah saat 07.00’den itibaren 13 İlde (İstanbul, Ankara, Adana, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Kars, Kahramanmaraş, Malatya, Sivas ve Urfa) sıkıyönetim ilan etmişti. Fakat ne yazık ki görev ihmal edilmiş ve tarih önünde dönemin generalleri ağır bir vebal altına girmişlerdir.

Biz bir gün önce yurt genelinde büyük bir arama tarama faaliyeti olacak şeklinde bir bilgi almıştık. Bu kanlı ihtilâlin ayak sesleriydi. Ancak durum değerlendirmesi yapabilecek bir analiz ekibinden yoksun olduğumuz için ensemize kadar yaklaşan palet seslerini duyabilecek bir durumda değildik.

İlk gün 12 Eylül hareketinin rengini anlamak mümkün görünmüyordu. Biz de bütün kaçaklar gibi faaliyetlerimizi durdurarak bir kenara çekildik. 13 Eylül’de yayınlanan MGK’ nin 13 numaralı bildirisinde, 4 siyasî parti liderinin emniyetlerinin Silahlı Kuvvetler güvencesi altında tutulmak amacıyla geçici bir süre için belirli yerlerde ikametlerinin istendiği, bu çağrıya 3 parti liderinin uymasına rağmen Alparslan Türkeş’in uymayarak evinden uzaklaştığı belirtildi ve “MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş,

14 Eylül 1980 günü saat 13.00′ e kadar en yakın garnizon komutanlığına müracaat etmediği takdirde kendisinin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bildirilerine ve MGK emirlerine uymadığından dolayı suçlu duruma düşeceği açıklanır.” deniliyordu. Artık ‘takke düşmüş, kel görünmüştü…’

Ayın 14 ünde basında yer alan bir habere göre: MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in kendisine tanınan sürenin dolmasına 6 saat kala, Ankara Gaziosmanpaşa semtinde bulunan oğlunun evinden yetkilileri aradığı ve söz konusu evden alındığı, bildiriliyordu.

Yine aynı gün gazetelerde çıkan bir haber, aleyhimizde ne kadar ustaca bir oyun hazırlandığını gösteriyordu. MHP Genel Merkezi’nde yapılan aramada, tüfek, tabanca, uzaktan kumandalı patlayıcı madde gibi suç unsurları yanında, Dev – Genç ve Dev – Sol yazılı para makbuzları, afiş ve pankartların ele geçirildiği belirtiliyordu. Büyük bir tezgahla karşı karşıyaydık.

‘Bizim çocuklar işi yaptı’ (our boys have done it) bu sözleri, darbenin yapıldığı saatlerde ABD Başkanı Jimmy Carter’a ilettiği belirtilen Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Paul Henze. Ve Amerikalıların büyük rütbeli çocukları, öz be öz Türk çocuklarına karşı dehşetli bir kırgın başlatmışlardı. Gözaltına alınan arkadaşlarımızdan aylarca hiçbir haber alınamıyor ve aileleri dahi onlara ulaşamıyordu.

Ülkeye canımızla kanımızla hizmet ettiğimiz için, Rus işgalini yüreğimizle durdurduğumuz için hesaba çekiliyorduk.

Yorum bırakın