Mazlumların Zaferi

12 Eylül’ü yapan cuntanın anlı şanlı isimlerini bir çırpıda sayabilecek kaç kişi var? Kaçının yaşadığını, kaçının öldüğünü kaç kişi biliyor? Oysa onlar çok iddialıydılar…

Ülkeye çok büyük hizmette bulunmuşlardı!.. Sözde ülkeyi uçurumun eşiğinden alıp, selamete kavuşturmuşlar, kardeş kavgasını kesmişlerdi!..

“Asmayıp da besleyecek miyiz?” diyerek darağaçları kurmuşlar, toplumu zararlı unsurlardan kurtarmışlardı!..

Eh bu büyük hizmet elbette unutulmamalıydı!.. Ama galiba Türk milleti vefasız çıktı, bu büyük hizmet erbabını çabuk unuttu!..

5’li cuntadan ölen oldu, devlet protokolü de olmasa cenazelerini herhalde belediye kaldırırdı… Yaşayanlardan bir tek Kenan Evren’in nerede yaşadığı, ne iş yaptığı biliniyor…

O da magazincilere konu lazım olduğu zaman, bayan sanatçıların kiloları ve resim verme kabiliyetleriyle ilişkili konularda hatırlanıyor.

Ülkenin mizah ihtiyacına sağladığı malzemeden başka ürettiği herhangi bir katma değer yok…

Dünün kudretli paşaları esamesi okunmuyor artık… Ne saygınlıkları var, ne de isimlerinin etrafında hayırla dolanan… İhtişamlı günleri çabuk geçti ve milletin gönlünde bir incir çekirdeği kadar yer tutamadılar…

27 Mayısçılar da aynı olmamış mıydı? Zulüm iktidarları bittiğinde silinip gittiler… Onlar milletin hafızasında kapkara bir iz bırakmışken, onları mağdur ettikleri, idam ettikleri sevenlerinin gönlündeki tahtlarını hep korudular…

27 Mayısçıların bugün mezarlarına kendi ailelerinden giden ziyaretçiler var mıdır bilemeyiz, ama onun idam ettiği Adnan Menderes’in naaşının onlarca yıl sonra Vatan Caddesi’ne nasıl yüzbinler tarafından taşındığı, sahiplenildiği ortadadır.

12 Eylülcüler, ülkücüleri ezmek, yok etmek istediler… Lider kadrosu tutukevlerinde, işkencehanelerde toplandı… Uzun süren davalar, kürsülerden karalama kampanyaları, idamlar, cezalar, eziyetler…

Sözde postal altında tarihten silinecekti ülkücü hareket… Ama tarihin hükmü hiç de onların istediği şekilde tecelli etmedi… Darbeciler silinirken, ülkücüler tekrar dirildi… İşkenceler, eziyetler, acılar ülkücü hareketi yok etmeye yetmedi, tam tersine acılar ülkücü hareketi adeta besledi, büyüttü, olgunlaştırdı…

Şimdi bir kısmı ölmüş, bir kısmı köşesinde ölümü bekleyen darbeciler, toplumun hafızasından hızla silinip giderken, onların yok etmeye çalıştığı ülkücülerin, ülkesinde ve coğrafyasında nasıl güçlü bir faktör olduğu bir kere daha anlaşıldı…

Yok edilmek istenen ülkücüler, katillerine ve işkencecilerine adeta inat edercesine, onlar hızla erirken, ters orantılı biçimde büyüdü, ülke gündemine damgasını vurdu… Kendi yaralarını kendisi sardı, kendi acılarına tutundu ve ayağa kalktı… Tarihi misyonunu yaşatmak için kendisine yakışan mücadelesinde bayrağı daha da yükseğe kaldırdı…

Bir daha dirilmesinler diye, dün ocaklarımızı yıkanlar, belki taş duvarları devirdiler, demir kapıları zincirlediler ama gönüllere hükmedemediler… Gönüllere hükmedilemeyince, yıkılan ocaklar da yeniden yapılır, kapılardaki zincirler de kırılırdı…

Nitekim öyle oldu… 12 Eylül’ün “mağrurları”, kısa bir süre sonra “mağlupları” haline gelirken, dün yenildi zannedilen ülkücülerin katlanarak büyümesi, tarihin bir hakkı tesliminden başka bir şey değildir…

Şimdi ülkücüler sadece Türkiye’de değil, bütün soydaş ve akraba toplulukların yaşadıkları topraklarda varlar… Devletin bile gidemediği yerlere önce onların hayalleri, sonra da kendileri gittiler… Bosna’da, Kosova’da, Azerbaycan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta ve misyonun emrettiği her yerde onlar oldular…

Bir yıldönümüne girerken tekrar görüyoruz ki, 12 Eylül’ün muhteşem günlerine hükmeden ceberrutlar silinip gittiler… Ülkücüler ise her gün taş üstüne taş koyarak, hergününü bir önceki günden daha iyi yapmanın mücadelesine koyularak başarılı oldular…

Cellatları birer birer buharlaşıp, yok olurken, onlar hem tarihe, hem günümüze adlarını kazıdılar… Allah’ın izniyle yarını da bugünden daha iyi yapacak enerjiye sahip durumdalar…

Bir yanda korunma işlemini halkın vicdanına değil, anayasa ve yasalara bağlayanlar, diğer yanda “dünün tortusu dünde kaldı, selam yeni sabaha” diyerek, her dem yeniden doğan ülkücü hareket… İşte mağlup, işte galip…

Savaşlar muharebelerden oluşur. 12 Eylülcüler bir muharebeyi kazanınca “savaşı kazandık” zannettiler… Oysa zorbalıkla kazandıkları sadece bir muharebeydi… Bugün çok daha iyi anlaşılıyor ki, onlar yok olup gittiler, zaferi ülkücüler kazandılar…

Bu tarihte mazlumun kazandığı ilk zafer değildi… İnanıyoruz ki, son zafer de olmayacaktır…

 

Yorum bırakın